Yaşlı Hector, uzun süren yolculuğunun ardından okyanus akıntısından çıktı ve durgun sularda gemisini, oksijen madenlerini teslim etmek üzere Bağırsak Ülkesi’ne doğu yönlendirdi. En az kendisi kadar yaşlı gemisi bazen Hector’un isteklerini yerine getiremese de “40 yıllık yoldaşım” dediği gemisini değiştirmeye hiç niyeti yoktu. Yaşlandıkça iyice artan bu inadı yüzünden yanında tayfasından kimse kalmamıştı. Ama o yine de gemisini terk etmemiş, eski dostundan vazgeçmemişti. Ölürse de onunla beraber ölürdü. Hem zaten kamarasında duvarına astığı ve kimseye bahsetmediği Vankomisin isimli büyülü bir tılsımı vardı. Bu tılsım onda olduğu sürece hiçbir şey ona zarar vermeyecekti. Geminin rotasını sabitledikten sonra kamarasına gitti ve duvardaki tılsıma bakarak düşüncelere dalıp uykuya dalmaya hazırlandı.

Hector, Bağırsak Ülkesi’ne çok defa gitmişti ve orayla alakalı birçok yerel efsane duymuştu. En sık dillendirilen efsane ise denizcileri güzelliği ile okyanusun derinlerine çeken ve orada öldüren deniz kızlarının -ya da diğer adlarıyla enterokokların- hikayesiydi. Efsaneye göre bu deniz kızları denizcilerin zihni ile oynuyor, onları her istediğine inandırıyor ve denizin altına inmelerine ikna ediyorlardı. Hector’un bu efsanelere inanmamasının kendince haklı nedenleri vardı. 40 yıllık denizcilik hayatı boyunca bu ülkeye yüzlerce kez gelip gitmiş, ne bir deniz kızı görmüş ne de gören birine rastlamıştı.

Henüz daha birkaç saat geçmişti ki yoğun yağmur ve şimşek sesleri ile uyandı Hector. Yaşlı denizci o gece artık yolun sonuna geldiğini düşünmeye başlamıştı ancak 40 yıllık yoldaşı onu bırakmamış ve bu şiddetli imtihanı da başarı ile geçmişti. Hector geceyi güvertede, fırtına bulutlarının dağılmasını ve denizin tekrar durgunlaşmasını bekleyerek geçirdi. Güneş artık doğmak üzereydi, fırtınadan kalan son bulutlar da dağıldıktan sonra yarım kanal uykusunu tamamlamak için kamarasına doğru geçti.

İçeri girdiğinde ilk dikkatini çeken şey tılsımının duvarda olmadığıydı. Daha dikkatli bakmak için duvara doğru yaklaştığında yatağının olduğu taraftan bir ses geldi.

– Günaydın canım, erken kalkmışsın.

Hector ani bir sıçrama ile yatağına baktı. Güzel bir kadın, yarı çıplak yatağında duruyordu. Hector’un kalbi birden hızla atmaya başladı. Göz bebekleri büyüdü. Yüzünden buz gibi soğuk terler akıyordu. Yutkunmaya çalıştı ancak ağzı o kadar kurumuştu ki, neredeyse nefes alamayacaktı. Kadın yataktan kalktı ve ona doğru yaklaştı.

– Ne oldu bitanem, hayalet görmüş gibisin. Yine kabus mu gördün yoksa?

diyerek elini Hector’un yüzüne koydu. Hector, kadının elinin yüzüne değmesiyle yavaş yavaş sakinleşti. Kalp atışları yavaşladı. Göz bebekleri tekrar eski haline geldi ve derin bir nefes aldıktan sonra yavaşça ilerleyerek yatağına oturdu.

– Sanırım kötü bir rüya gördüm, bir fırtına vardı sanki, duvarda… Tam da hatırlayamıyorum ama iyiyim şimdi.

– Yine tılsımı mı gördün yoksa?

– Evet, duvarda asılı olması gerekiyordu sanki

Kadın Hector’a doğru yaklaştı, boynuna bir öpücük kondurarak kulağına doğru sessizce konuştu.

– Canım benim, o tılsım seni ne kadar etkilemiş bak. Hala rüyalarına giriyor, iyi ki de onu evde bırakmışız.

Hector iyice rahatlamıştı. Oldukça yorgun hissediyordu ama bunun kabuslarla geçen bir gecenin sonucu olduğunu düşünmüştü. Birlikte güverteye çıktılar. Güneş tüm güzelliği ile ufuktan yükseliyordu. Pembe gökyüzünün altında kadın Hector’a sarılarak ona sordu.

– Canım bak söz vermiştin, bugün okyanusun kollarında yapacağız kahvaltımızı değil mi?

– Okyanusun neyi?

Kadın güvertede kenara doğru koşarak suya doğru baktı.

– Ya unuttum deme. Bak şarkı söylüyorlar!

Hector kafası karışmış bir şekilde kadına doğru yaklaştı. Kenara yaklaştıkça kulaklarından bir şarkı sesi yükselmeye başladı. Sanki dünyanın en güzel kadını, dünyanın en güzel sesi ile şarkılar söylüyordu. Kenara yaklaştı. Aşağı baktı. Onlarca deniz kızı geminin etrafında dönüyor, şarkılar söylüyor, sudan çıkıp el sallayıp geri iniyordu. Hector bu anın büyüsüne kalıpmış birşekilde, tüm bunlara bir anlam vermeye çalışırken farkında olmadan eli boynuna gitti. Daha sonra eline baktı. Eline bulaşan kandan boynunun bir süredir kanadığını fark etti. Kadın tekrar Hector’a sokuldu.

– Dün bana verdiğin sözü unutmadın değil mi? Güzel karını üzmezsin.

Dedi ve güvertenin kenarına doğru çıktı. Hector’a da çıkmasına yardım etti. Hector boş gözlerle okyanusa doğru bakıyordu.

– Tabii ki unutmadım. Güzel karımı üzmek istemem.

Dedi Hector. Daha sonra kadınla birlikte kendini boşluğa bırakarak okyanusa doğru düştü. Hector okyanusta aşağı doğru inerken yukarıya bakıyordu. Gemisini gördü. Gemisini böyle bırakması normal miydi? 40 yıllık yoldaşı onu hiçbir zaman bırakmamıştı. Ancak şimdi o gemisini terk ediyordu. Gemisi 40 yıldır neden zarar görmemişti?

Hector bu düşünceler içerisindeyken sol bacağından kanlar aktığını fark etti. Aynı zamanda sağ kolu ve boynu da kanıyordu. Hector bunları görüyor ama bir rahatsızlık duymuyordu. Neden? Bunlar ne kadar normal? Gemi, yoldaş, tılsım, hikayeler, güzel kadın…

Düşünceler kafasının içinde uçuşurken bir anda nefes alamadığını fark etti. Ve artık canı da yanıyordu. Enterakok’ların yaptığı büyü sona ermişti. Hector yüzeyden hızla uzaklaşıyor, nefes alamıyor ve kan kaybediyordu. Her şeyi anladıktan sonra artık geri dönüş için çok geçti. Hector tılsımını kaybetmiş ve deniz kızlarının tuzağına yakalanmıştı. Bir yandan boğulmanın yarattığı can havliyle çırpınıyor. Bir yandan da deniz kızlarının oyun haline getirdiği ısırıklardan dolayı işkence görüyordu.

Hector’un son gördüğü şey ise gemisinin kızıla kayan bulanık görüntüsü oldu.