“Sibylla İnferius Frontalis. Bu ismi duymayalı ne kadar zaman geçti?” sabah uyandığında ilk düşündüğü şey bu olmuştu. Bunca zaman sonra nereden aklına gelmişti ki? Bir rüya mı görmüştü? “Neyse, çok da önemli değil, geçmişi düşünmek sadece elem verir” diye kendi kendine söylenerek yataktan kalktı ve aynaya doğru yaklaştı Sibel. Bağırsak Ülkesi’ne geldikten sonra ismi Sibel olmuştu. Buranın kültürü böyleymiş. Evlendikten sonra sadece soyadının değil adının da değişmesi, daha “uygun” olması gerekiyormuş. “En azından yakın bir isim” diyerek gülümserken küçük sandığından küpelerini çıkardı.

Bir yanda küpelerini takıyor bir yandan da eski kıvırcık saçlarını düşünüyordu. Burada kadınların saçlarını toplaması gerekiyormuş. Bazen eski saçlarını özlese de görevi duygularından daha önemliydi. Bu nedenle bu düşünceleri kafasından atmaya çalıştı. Enterik sinir sistemi isimli özerk yapılanmaya Beyin Ülkesi’nin suikastçisi olarak girmek herkesin yapabileceği bir şey değildi. Bu yüzden duygularını bir kenara bırakıp hanım hanımcık bir eş rolüne devam etmesi gerekiyordu. Enterik ve entrika kelimelerinin bu kadar uyumlu olması ne güzeldi.

Ayna karşısındaki işini bitirip “güzel” olduktan sonra yatağa geri döndü ve yeni eşinin yaşlı suratına aldırmadan ona seslendi: “Günaydın hayatım, ilaç vaktin geldi hadi kalk ben de kahvaltı hazırlayım.”

Resim: The Earring – George Hendrik Breitner 1893