Uterus Şeytanı Endometriyozis

1. İnsan Evreni Hikaye Yarışması Beşincilik Ödülü

Yazar: İrem Poyraz

Tam 90 yıl önce, savaşma gücümüzün kalmadığı bir anda, karanlıklardan çıkıp gelen şeytani bir varlık Uterus ülkesini ele geçirmeye başlamıştı. O lanetli gece zihnimizden asla silinmeyecekti.

Uterus her zaman mistik olaylara ve kehanetlere sahne olmuş bir ülkeydi. Bu kutsal topraklar, asırlardır yaşayan yerel halklar haricinde hormon tarikatı üyesi olan birçok simyacıya da ev sahipliği yapıyordu. Ancak bu tarikatta yer almama rağmen uzun yıllardır diğer simyacılardan farklı olarak gizli bir görevi yürütüyordum. Bana bu ülkede Progesteron diye hitap ediyorlardı. Bu zor görev tek başına altından kalkabileceğim bir şey değildi. Bu yüzden Beyin ülkesinin soyluları olan Nöronlar, gizli bir toplantıda bana Östrojen’in de eşlik edeceğini söylediklerinde bu kadınla zaman zaman çatışmalar yaşasak da ona hayranlık duyduğum için memnun olmuştum. Ve ikimiz zamanla bu kutsal görevin uygulayıcısı, koruyucusu oluverdik. Yaratıcımızdan bir mesaj gelene kadar ülkedeki rutin işlerimizi yapıyorduk ve kimseye yaratıcımızın büyük beklentisinden bahsetmedik.

Östrojen ile çok vakit geçiriyorduk. Verimli toprakları olan Yumurtalık şehirlerinde, biz buraya Overler deriz, birlikte yaşıyorduk. İşlerimiz yoğundu ve çok fazla seyahat gerektiriyordu genellikle ülke içi seyahatlerdi bunlar, Sağ Over’den Sol Over’e sürekli yolculuklar yapıyor, genellikle de ülkenin başkenti olan Rahim’de bulunuyorduk. Uyum içinde çalışıp bu şehirlerin güvenliğini sağlıyorduk. Bir gün kaldığımız konakta kahvemizi içerken Östrojen huzursuz bir şekilde yüzüme baktı. Bir şeyler anlatmak istiyor gibiydi. “Bir şey mi söylemek istiyorsun? Çekinme benden, bunca yıldır yoldaşız.” dedim. Bakışları sertleşti ve mesafeli bir ses tonuyla “Dün gece Beyin Ülkesi Nöronları bana haber gönderdi. Yaratıcımızın benimle konuşmak istediğini söylediler. Çok heyecanlandım tabi.” dedi. Şaşırıp sözünü kestim:

-‘Bizimle konuşmak istiyor.’ demek istedin sanırım. Ama nasıl olur? Bizimle hiç konuşmazdı sadece mesajlar ve işaretler gönderiyordu. Emin misin?

Östrojen sinirlenip devam etti söylediklerimi önemsemeden:

-Neyse ne işte, benimle konuştu gece. Sesi çok ürperticiydi. Ve bana şöyle buyurdu; ”Sen benim kehanetimi tüm ülkeye yayacaksın. Önce hemen Rahim şehrinde bir değişim başlatacağız.” “Ah!” dedim. Rahatlamıştım. “Bu harika. Her seferinde Rahim’deki Endometrium yerlileri yolumu kesip kehanetin ne zaman gerçekleşeceğini öğrenmek istiyorlar. Artık yaşlılarını kurban vermek istemiyorlar Tanrı’ya. Demek şimdi beklediğimiz güzel haberler geldi ve Rahim’de yaşayıp çoğalmalarına izin vereceğiz. Hemen Rahim şehrini ayinler için hazırlamaya başlayalım o halde. Sonunda Tanrı çocuklarını istiyor bizden, şükürler olsun!” diye bağırdım. Östrojen tiz bir kahkaha attı ve küçümseyici bakışlarıyla:

-Hayır seni budala! Lafımı bitirmeme izin vermiyorsun ki hiç. Endometrium yerlilerini ana vatanlarından ayırıp önce Overler’e götürmemi istiyor. “Bütün güçlerini kullan ve onların Overler’de çoğalmasını sağla.” dedi. İlkin ben de şaşırdım ama sorgulamak bana düşmezdi. Bana çok güveniyormuş. Artık senin hizmetine ihtiyacı olmadığını da sana söylememi istedi. Tüylerim ürperdi, olanları kavramaya çalışıyordum. “Bu mümkün değil.” dedim. Ben olmadan sistem işleyemezdi ki, Uterus ülkesi büyük bir  tehlikeye sürüklenirdi. Östrojen delirmiş gibi odanın bir o ucuna bir öbür ucuna yürüyor, kendi kendine mırıldanıyordu şimdi. Başta o da inanamamıştı besbelli. Şimdiyse vahiy geldiğini söyleyen bir peygamber edasıyla yolundan çekilmemi istiyordu. Ben derin düşüncelerime boğulmuşken kapı sesi duydum. Östrojen gitmişti. Onu hiç böylesine hırslı ve dengesiz görmemiştim.

Beyin ülkesindeki Nöronlar ile iletişim kurdum hemen. Ancak eskisi kadar güçlü olmadığımı fark ettim. Yıllardır süregelen dostluğumuz da bitmişti. Umutsuzluğa kapılmıştım artık ve bu beni çok etkilemişti. Yaratıcının bu kutsal planına neden dâhil edilmediğimi merak ediyordum. Başımı ellerimin arasına aldım ve odaklanmaya çalıştım. Beyin ülkesinde yüz yüze görüşecek zamanımız yoktu onlarla. Her zamanki haberleşme yöntemimizi kullandım.

Beni duyduklarını anladığım anda hemen bana neden haber verilmediğini sordum. Gaia’nın bu haşmetli efendilerine çok öfkeliydim. Nöronlar anlayamadı sorumu. Onlara Östrojen’in bana

söylediklerinden bahsettim. Bu konuda hiçbir bilgileri yoktu. Yaratıcının onlarla iletişime geçmediğini bildirdiler. Ancak yine de Östrojen’e güveniyorlardı ve Tanrı ile aralarında özel bir bağ olabileceğini düşünüyorlardı. Müdahale etmeyeceklerdi… Peki ya ben? Onun sadık koruyucusu ve müridi, Gaia’nın gizli şövalyesi olarak yıllardır onun dinini yaymaya çalışan ben ne olacaktım? Bir müddet kabuğuma çekilmeye karar verdim. Rahim’de kalıp olacakları izleyecektim.

Kadim bir ırk olan Endometrium halkının Overler’de ne işi olabilirdi? Rahim’in etrafındaki ormanlık alanlarda yaşayan bu fedakâr yerliler yüzyıllardır bu topraklarda ümitle kehanetin gerçekleşmesini bekliyorlardı. Her döngüde, kehanet gerçekleşmediği takdirde, en yaşlı ve bilge olan 3 kişiyi Yaratıcı için kurban ediyorlardı. Önce tören düzenlemek için Rahim şehrinin güneyinde bulunan uçuruma yürüyorlardı. Burada küçük bir tapınak yer alırdı, gösterişsiz, taştan oyulmuş bir tapınak, Rahim Ağzı Tapınağı derdik buraya. Tapınağın diğer kapısı ise uçuruma açılırdı. Kurbanlar buradan atlamadan evvel bu heybetli manzara karşısında hem huzur bulurlar hem de bu Serviks Vadisi’nin yemyeşil dağlarını, dağlardan akan parlak, berrak suları ve pamuk gibi devasa bulutları görünce Yaratıcı ile tanışacaklarını hissedip büyük bir hevesle aşağıya atlarlardı. Serin ve dalgalı sularda gözden kayboldukları anda Uterus ülkesi bir süreliğine şiddetli depremlerle sarsılırdı. Halk ağıtlar yakar ve tütsüler eşliğinde kurban ettikleri yakınlarının rahat bir yolculuk geçirmesi için dualar ederdi.

Rahim’de endişeli bir şekilde dolaşırken yerli halkın son durumunu görmek için ormana doğru yürüdüm. Gizlenmesini çok iyi bilirlerdi. Beni görünce sevinip saklandıkları oyuklardan çıktılar. Panik halinde, ağlamaklı, Östrojen’in yerli halkı Sağ Over’e götürdüğünü söylediler. Bazıları ise kaçıp saklanmış ama sonra Tanrı’dan yardım istemek için kendilerini zamansız bir şekilde kurban etmişlerdi. Üzüntüden ne diyeceğimi bilemez haldeydim. Böylesine kalabalık bir gruptan sadece 5-10 kişi burada kalmıştı şimdi. Lanetlendiklerini ve cezalandırıldıklarını düşünüyorlardı. Acınacak haldeki bu yerlilere “Her şey yoluna girecek merak etmeyin.” diyerek Sağ Over’e gitmek için yola çıktım. Bu yaşananlar, bu düzensizlik Tanrı’nın isteği olamazdı. Bu delilikti…

Vardığımda burada çok kasvetli bir hava sezdim. Ağır bir duman kokusu genzimi yakıyordu. Şehri kara bulutlar sarmıştı. Yakınlaşınca felaketi gördüm. Bu küçük şehrin meydanında bulunan kutsal ‘Hayat Ağacı’ nın bembeyaz meyveleri çürüyüp kararmıştı. Ağacın etrafında ise Östrojen’in zorla yanında getirdiği Endometrium halkı, aslında Rahim şehrindeyken kehanet esnasında yapılması gereken çoğalma ayinini gerçekleştiriyordu. Hepsi şaşkın ve mutsuz, yalvaran yüzlerle bana baktılar, bir terslik olduğunu hissetmişlerdi ve bu işkenceye son vereceğimi umuyorlardı. Bağırdım; “Durun, bu ayinin yeri burası değil! Kutsal ağaç yapraklarını döküyor. Meyveler kuruyor! Onu öldürüyorsunuz!”

Östrojen saklandığı karanlıktan çıkarak “Şimdi duramazlar, kehanet gerçekleşiyor. Yaratıcı güçlendi. Bunu o istiyor. Bizimle konuşuyor bak dinle, bu kutsal ana tanık ol!” dedi heyecanla. Ellerini kavuşturup diz çökerek dua etmeye başladı. Östrojen’in duasıyla iyiden iyiye güçsüz düştüm. Aramızdaki denge bozulmuştu. Engel olmak için öne atıldığım anda güçlü bir depremle sarsıldık ve aynı anda evlerin çatılarını uçuran bir fırtına çıktı. Gökyüzü hızla kan kırmızısına boyandı. Bu kutsal bir an değil düpedüz kıyametti. Üzerimize simsiyah zift gibi yapışkan bir madde akıyordu bu kızıl gökyüzünden, düştüğü yeri yakıyor ve kurutuyordu. Halkın sığınacağı hiçbir yer yoktu ve aniden içlerinden birkaçı çığlıklar içinde yanarak öldü. Cehennemin ortasındaydık adeta. Göğe baktım. Ellerimi uzatıp haykırdım:

-Bana adını söyle karanlıklardan gelen soysuz İblis! Ne istiyorsun bu masum ülkeden? Sana durmanı emrediyorum!

Şeytani bir kahkaha yankılandı. Östrojen de endişe ve mahcubiyet içinde dudaklarını ısırarak etrafına ve bana bakıyordu. Bunun Tanrı olmadığını, kandırıldığını anlamıştı galiba sonunda. Sonra karanlık gökyüzünden sesini tekrar duyduk şeytanın.

“Endometriozis benim adım. Çok yakında hepiniz benim sadık kölelerim olacaksınız. Beklediğiniz kehanet asla gerçekleşmeyecek. Önce Uterus ülkesini sonra da tüm Gaia’yı yok edeceğim. Artık Tanrı yok.” dedi ve yeniden sarsıldık.

Östrojen geride kalan yerli halkı hızla şehirden çıkarıyordu. Sol Over’e gideceklerini anladım. Her şeye rağmen oradaki Hayat Ağacı’nı da yok etmek istiyordu, karanlıktan gelen emirleri uygulayacaktı. Zihni tamamen kötülük tarafından ele geçirilmişti artık. Bu yeni şeytan ise ‘Odaklar’ adını verdiği iblis ordusunu şehre salmıştı. Bu yaratıklar, şehrin sakinlerine yapışıp onları yakarak yok ediyordu. Toprak kapkaraydı, çamurlaşmıştı ve yer yarılmıştı. Çiftçilerin şirin, küçük kerpiç evleri asırlık hatıralarıyla birlikte yanıyor, eriyordu. Çaresizlik ve utanç içinde yere çökmüş, yardım çığlıklarını dinliyordum. Elimden bir şey gelmiyor, kendimi bile bu yaratıklardan güçlükle koruyordum. Tükenmiş gibiydim. En sonunda Kutsal Hayat Ağacı tutuştu ve saniyeler içinde kül oldu. Kehanetin gerçekleşmesi için, Tanrı’nın çocukları için yüzyıllardır koruduğumuz bu ağaçlardan biri şimdi yanmıştı. Son ağaç da yok olduğu takdirde yaratıcının bize bahşettiği tüm tohumları kaybetmiş olacaktık. O zaman kehanet asla gerçekleşemezdi. Bu tohumlara ihtiyacımız vardı. Başım dönüyordu ve çok güçsüzdüm. Şehir şimdi tamamen bu iblise ve odaklarına kalmıştı. Sol Over’e gidip engel olmalıydım. Ayağa kalkıp var gücümle uzaklaştım.

Yol boyunca bu kötülüğün Uterus ülkesinin tamamına yayıldığını görebiliyordum. Gökyüzü iblisin karanlığıyla ve yok ettiği insanların kanıyla kaplanıyordu. Sis ve dumandan göz gözü görmüyordu. Sadece acı çığlıklar duyar oldum. Bu yapışkan, kırmızı gözlü, kömür karası bedenlere sahip habis yaratıklar Sağ Over’den ayrıldığımdan beridir gölge gibi peşimdelerdi. Ben Sol Over’e varamadan tüm ülkeyi ele geçireceklerdi. Geç kalmıştım. Yaratıcımı ve insanları hayal kırıklığına uğratmış, kutsal emanetlere sahip çıkmayı başaramamıştım. Yönümü Rahim şehrine çevirmeye karar verdim. Dua etmekten başka şansım kalmamıştı artık.

Rahim Ağzı Tapınağı’na vardığımda aniden içimi bir huzur kapladı. Annesine sarılmak isteyen küçük bir çocuktum adeta burada. Hiç kimse yoktu. İzimi kaybettirmiştim. Tapınağın sonuna vardığımda ise gördüğüm manzara karşısında bacaklarım titremişti. Çünkü buraya erişememişti, bozamamıştı burayı henüz şeytan. Tüm asaletiyle karşımdaydı işte, Endometrium halkının kanıyla kutsanmış Serviks Vadisi. O’na en yakın hissettiğim yer burasıydı. Yere bağdaş kurup oturmadan önce vadinin temiz havasını içime çektim. Başımı ellerimin arasına aldım. Odaklanmalıydım.

“Güç ver bana ey yaratıcı, duy beni, bir mesaj gönder. Konuş benimle yüce annemiz, ne olursun! Endometriosis denen bu iblis, ölümcül bir virüs gibi Uterus’u ele geçiriyor. Gaia’ yı, seni ve geriye kalan tek hayat ağacını-çocuklarını yok etmek istiyor. Bize yardım etmeyecek misin?” dedim. Hıçkırarak ağlıyordum artık. Çok geçmeden cevap geldi, heyecanla başımı kaldırdım ancak konuşan O değildi. Beyin ülkesi Nöronları beni duymuştu ve söyledikleri çok şaşırtıcıydı. “Sana yardımcı olacak güzel haberlerimiz var. Şeytan Sağ Over’i yok ederken yaratıcı bizimle temasa geçti ve şimdi senin yardımınla bu savaşı kazanabiliriz.” dediler. Mide ülkesinde, meteor yağmurları sırasında parlak, mavi ışık saçan bir taş bulunmuştu. O kadar parlaktı ki fark edilmemesi mümkün değildi. Bölgeye yönlendirilen simyacılar bu taşın efsanelerde adı geçen vaad edilmiş Progestin taşı olduğunu düşünüyorlardı. Sadece benim kullanabileceğim, güçlerimi arttıracak özel bir taştı bu. Bağırsak ülkesi ve Pankreas ülkesi de taşın işlenmesini, gemilerle ulaştırılmasını sağlayarak destek vermişti. Uterus’a kadar özel bir sandıkta taşınmıştı. Şimdi limanda beni bekliyordu. Hemen yola koyulmalıydım. Bu taş ile Östrojen’in kötücül etkinliğini ve deliliğini yok edebilir, kendine gelmesini sağlayabilirdim. Tabii en önemlisi de iblisin beslenip büyümesini durdurabilirdim. Ülkemi bu kötülükten kurtarmalıydım. Limana gitmek için bütün kararlılığımla, içim umut dolu bir halde ayaklandım. Önümde uzanan bu sonsuz vadiye sevgiyle tekrar baktım ve teşekkür ettim.

Beni duyduğunu biliyordum…