Mutlu Yıllar Evlat

1. İnsan Evreni Hikaye Yarışması Dördüncülük Ödülü

Yazar: Ecenur Ayna

Tam 959 gün boyunca dostlarının antijenik objeleri yok etme görevini icra etmesini bir köşede seyretmişti. O Gaia var olduğu sürece burada olacaktı bu yüzden her türlü dinde iyi kötü yer etmiş yılbaşlarını sıkıcı bulurdu. Özellikle Uterus’tan gelen göçmenlerin çocuksu bir saflıkla inanıp anlattığı hikayeler ona oldukça komik gelirdi. Ona göre Altın ülkenin su baskınından kurtulmasında bile kutsal olan şey Penisilin adı verdikleri tanrı değil de farklılıklara ve zorlu koşullara rağmen görev bilincini terk etmeyen onurlu hücrelerdi. Ama bu düşüncelerin ne önemi vardı ki? Kimse tek yaptığı sırasını beklemek olan basit bir Homin Hafıza lökositini ciddiye almazdı. Ciddiye alınmak ve değere sahip olmak Nöron’lar başta olmak üzere Beyin ülkesindeki burjuvalara aitti. Peki, o hala niye yaşıyordu? Farklı gezegenden gelip bütün Gaia’nın hayatını tehdit etme ihtimali bulunan Hepatit C kolonisinin tüm planını sadece o biliyordu. Bu planı sıkıcı bulduğu tanrılardan biri ona iletmişti. Çünkü tanrılar, sevgi demekti. Hücrelerin yaptığı onlarca saçmalığa rağmen tanrılar onları severdi ve onlardan sadece herkese yönelik hoşgörü ve sevgi beklerlerdi.

Sessizce köşesinde yeni yılın gelmesini bekliyordu. Bu zamanlarda buralarda pek fazla hücre bulunmazdı. Herkes meteor yağmurlarından payına düşeni almak üzere Ağız’a doğru yola koyulurdu. Gündelik ihtiyaçları karşılamaktan öte yeni yılın bir anlamı daha vardı, meteor yağmurunda sadece şanslı bir hücrenin alabileceği ender bir protein yağardı. Eşsiz ve trilyonlarca ATP’nin bile satın alamayacağı, sahibine en az bir Nöron’un sahip olduğu kadar

ayrıcalığı getirecek bilgeliği içeren bir protein. Sahibi Melatonin Sirkad’ında bile herhangi bir sorun yaşamayacağını bilir adeta tanrılara yaklaşırdı. Ama o bu şanslı kişi olmayı da

alzulamıyordu. Saf bilginin erdem getirmeyeceğine inanıyordu ama onun da bilmeye özen gösterdiği şeyler vardı muhakkak. Unutmaması gereken, onu hayatta tutan şeyler. Hepatit C kolonisin ilk karaciğerdeki korsanları manipüle edeceğini, sonra karakollara sızacağını ve gezegeni yok etmek daha neler yapacağı gibi şeyler… İçten içe yaptığı işin bir önemi olmadığını da biliyordu, çünkü her ne yaparsa yapsın -gerekirse varolan her antijene karşı gezegeni korusun- yine de bu gezegen yok olmaya mahkumdu. Asillerin erdem yoksunluğu buna neden olacaktı. Bunu bilmesine rağmen her gün uyanıp sırasının gelmesini bekliyordu. Belki de içten içe tanrıları seviyordur, kim bilir?

Zaman gece yarısına doğru ilerlerken belki de biraz temiz hava alıp, Ağız’a gitmeyen hücrelerle buluşmanın iyi bir fikir olduğunu fark etti. Yolda ilerlerken ölüm kokacak kadar yaşlı bir eritrosit ile karşılaştı. Bu hücre yıllarca oradan oraya taşımacılık yapmış, bu uğurda kendi benliği, sağlığı ve inancı da dahil her şeyini feda etmişti. Günün sonunda hiçbir minnete layık olmadan yalnız başına ölüp gidecekti. Gezegenin ihtiyacı olan Kutsal Gaz’ı, gerektiği anda ihtiyaç duyulan yere götürmüş ama yine de ona bu emri vermekten fazlasını yapmamış bir cılız nöron kadar değeri bilinmemişti. Eritrositin içinde bulunduğu bu duruma karşı duyduğu üzüntüyü gizleyerek yanına yaklaştı:

-Yolunuza devam etmekte zorlanıyorsanız yardım edebilirim.

Eritrosit alaycı bir tavırla bakarak:

-Ne biliyorsun evlat?

-Efendim?

-Seni hayatta tutmalarının sebebi ne? Yara almamış görünüyorsun, basit bir lökositi cılkı

çıkmadan serbest bırakmazlar. Ya da şöyle söyleyeyim neden benim gibi bir köşeye atılmış, yalnız ve çaresiz değilsin? Sağlıklı olmana izin vermelerinin bir nedeni olmalı.

-Bu şekilde konuşmana izin veriliyor mu?

-Ben artık ölü biriyim unuttun mu? Kaybedecek bir şeyim daha kalmadı.

-Üzgünüm, sanırım ben hala bir şeyleri kaybedebilirim.

-O zaman sana mutlu yıllar evlat.

Eritrosit arkasını döndü ve yoluna devam etti. Arkadan yorgun -ve belli ki tereddütte kalmış- bir ses geldi:

-Hepatit C.

-Tanrılar seni seviyor olmalı. Hayatını sigortalamışlar.

Yaşlı eritrosit, arkasına bile bakmadan bitkin yolculuğuna geri döndü, peki ya o ne yapacaktı? Her yıl inatçı bir hırs ve sabırla Ağız’a gitmeyi kendi içinde protesto etmiş, onurlu yaşamı ile değil de tanrılar tarafından lütfedilen proteinle toplumda statü kazanan her hücreyle dalga geçmişti. Şimdi ise içinde bulunduğu durumun tam olarak bu olduğunu düşündü.Tanrılar ona Hepatit C kolonisinin planını söylemişti, virüs gelene kadar güvende olmayı buna borçluydu. Kendine ait olan her şeyi, var olmasını bile sadece şansla elde ettiği bir bilgiye borçluydu. Burnu havada, asilzade ve bir o kadar da itici nöronlar sırf bu sebepten yok olmasına izin vermiyordu. Aynı yerde doğup büyüdüğü arkadaşları her yeni antijen karşısında bir bir can verirken doğuştan şanslı oldukları için hasar almayan nöronları

suçlamak kolaydı. Kendisinin aynı onursuzluk içinde bulunduğunu hiç fark etmeyecek kadar kendini beğenmiş, iğrenç bir hücreydi.

Artık birileriyle konuşmak onun için iyi bir fikir değildi. Sessizce geri döndü. Vakit oldukça ilerlemiş ve yeni yıl başlamıştı. Bu yıl hissedeceği tek şeyin kendine karşı asla bitmeyecek bir nefret olduğunu düşündü. Olduğuna inandığı kişinin yakınından bile geçmiyordu. Artık tek hissettiği boşluktu. Sonsuza kadar peşini bırakmayacak bir boşluk. Bu durumdan kaçması, bu hissi yok etmesi gerekiyordu. Bu şekilde yaşayamazdı. Saatlerdir düşünüyordu ama ne yapması gerektiğini bulamamıştı. Hiç var olmamayı düşlüyordu. Keşke tanrılar onunla iletişime geçmemiş olsaydı, keşke arkadaşları gibi cepheye gidip ölseydi de

bu korkak ve alçak korunmalı durumda bulunmasaydı. Utanma bir kez başladığında asla peşini bırakmıyordu. Kendini Mide’deki yerdelenlerden bile daha aşağıda hissediyordu. Canlı olup olmadığı belli olmayan aciz bir virüs bile ondan daha onurluydu. Keşke bildiği her şeyi unutabilseydi. Keşke basit bir lökosit gibi cephede gezegeni savunsaydı. Keşkelerinin sonu hiç gelmedi. Aslında başından beri biliyordu, onu bu yüzden hayatta tuttuklarını hep biliyordu. Ama hücreler iş kendilerine geldiğinde öyle kör, öyle vurdumduymaz oluyorlardı ki biri gelip yüzüne bu durumu çarpana kadar görmemezlikten gelmişti. Tıpkı erdemsizlik ile itham ettiği diğer hücreler gibiydi. Bir hiçten daha fazlası değildi. Belki de bunları diğer hücrelere anlatmalıydı, onlarla birlik olup bir şeyleri değiştirebilirlerdi. Günlerce düşündü.

Sonunda bir planı vardı.

İlk iş olarak uzun bir seyahat ile Tiroid’e gitti. Orada usta bir simyacı olduğunu duymuştu, onu bulması gerekiyordu. Neyse ki uzun yıllardır iyi dostlar biriktirmişti, simyacıdan bir randevu almayı başardı. Hem de birkaç saat sonrasına. Kafasındaki kutsal ütopya ile saatlerin geçmesini bekledi. Planı başarılı olunca hissedeceği coşkuyu içinde hissediyordu. Coşkusuna sarıldı ve içeri girdi. Profesyonel bir yalancı edasıyla simyacıdan gezegene saldıran bir

antijen olduğunu ve ona karşı koymaları için fazlaca bir miktar Adrenalin gerektiğini buraya bu amaçla yönlendirilen bir lökosit olduğunu söyledi. Simyacı kendisinin salak olmadığını ve herhangi bir nöron tarafından onaylanmamış bir iksiri ona vermeyeceğini söyledi. Simyacı

salak değildi fakat bir miktar ATP için her şeyi yapacak bir sürü salak nöron vardı. O tabi ki bunu düşünmüş ve yıllarca biriktirdiği parayı feda ederek bir nörondan aldığı onayla buraya gelmişti. Simyacı istemeyerek de olsa teklifi kabul etmiş ve en yakın zamanda iksiri kargolayacağını söylemişti.

Bu miktarda Adrenalin’in gelmesi aylar alabilirdi. Bu sırada diğer hücrelerle görüşecek, onları gerekirse canlarını ortaya koymak uğruna mücadelesine dahil edecekti. Ne de olsa devrimler bir başına yapılmazdı. Bütün bu çürümüş düzen yerinden oynayacak, sancılı bir sürecin sonunda sonsuza dek Kortizol Sirkad’ı yaşanacaktı. Yakın çevresinden başlayarak

herkesi mücadelesine davet etti. Bunu üstü kapalı bir şekilde yapıyordu tabii. Onları manipüle etmek için ayları vardı. Artık hiçbir şeyden korkmuyordu. Hiçbir şeyden.

-YAKLAŞIK 1 YIL SONRA-

Adrenalin eline ulaşmıştı. Başta lökositler olmak üzere farklı ülkelerden pek çok hücre davasına inanmıştı. Artık her şey daha kolaydı. Bir parmak hareketiyle tüm gezegende isyan başlatacaktı. Kendinden artık nefret etmiyordu, eski iğrenç kişi olduğunu düşünmüyordu.

Yüksek dozda Adrenalin önce Gaia’yı sallayacak bu ritme kapılmayan hücreler de aylardır süren manipülasyon sonucu ya kabuğuna çekilecek ya da nöronlardan yardım dilenecekti.

Bitmek üzereydi. Son bir şeye ihtiyacı vardı. Yılbaşı. Yarın yılın son günüydü. Herkes zaten Ağız’da toplanmış olacağından isyan başlatmak daha kolay olacaktı. Daha kolay ve daha

anlamlı.

Bütün hazırlıklarını bitirdiğinde kendine bir mektup geldiğini gördü. Yıllardır çalınmayan kapısı hangi sebeple çalınmıştı? Büyük ihtimalle isyan planı ile alakalı soru sormak için mektup yazmışlardır. Hayır. Peki ya savaşta ölen bir lökosit dostun acı haberi? Hayır. Mektup Beyin ülkesindendi. Yoksa yarın isyan çıkacağını mı öğrenmişlerdi? Zarfı dikkatlice yırttı ve okumaya başladı.

‘SAYIN HOMİN HAFIZA LÖKOSİT 6899,

KARACİĞER ÜLKESİNDE ULAŞMAK ÜZERE OLAN HEPATİT C VİRÜSÜ İÇİN

GÖREVE ÇAĞRILIYORSUNUZ. BİR SAAT İÇİNDE EVİNİZDEN ALINACAKSINIZ. HİZMETİNİZ İÇİN GAİA SİZE MİNNETTAR.

-GAİA ŞİFA NÖRONLARI KURULU-’

Şaka gibiydi. 1 yıl boyunca gece gündüz bu mücadele için çalışmıştı ve olan şey… Sakin olması gerektiğini kendine hatırlatıp duruyordu. Evet, sakin olmak… Bir gün boyunca

saklanıp isyanı başlatabilirdi. Onu saklayacak bir sürü dostu vardı. En kolay hangisini bulabileceğini düşündü. Ne saçmalıyordu ki? Hepatit C virüsü ile yok olan bir gezegende isyan çıkartmak ateşe körükle gitmekten başka bir şey değildi. Göreve gidecekti. İşini olabildiğince çabuk bitirecek ve yılbaşı olmasa da birkaç gün sonra isyan çıkaracaktı.

-1 GÜN SONRA-

Her şey çok hızlı tamamlanmıştı. Transfer edildiği karakolda işini gerçekten iyi yapan bir komiserle karşılaşmış ve çok geçmeden oldukça yakın olmuştu. Tüm prosedürleri eksiksiz tamamlamışlardı artık virüsün gezegenden tamamen silinmesini bekliyorlardı. Hala geri dönüp mücadeleyi başlatmak için zamanı vardı. Bu oldukça iyi bir fikirdi. 1 yıl boyunca

çalışmış ve başarısız olma ihtimalini neredeyse sıfıra indirmişti. Geri dönmek için hazırlanırken komiser yanına geldi:

-Erken dönüyorsunuz, bir şey mi oldu?

-Hayır bazı işlerim var.

-Gaia yaptıklarınızdan dolayı size gerçekten minnettar, bizden bir isteğiniz var mı?

Gaia minnettar falan değildi, virüsten kurtulmanın arkasında onun olduğunu bile asla bilmeyeceklerdi. Kimse onu umursamayacaktı. Ama geri dönüp mücadeleyi başlattığında herkes onun ismini öğrenecekti. Herkes ona teşekkür edecek, onu hep saygıyla anacaktı.

HERKES ONA TEŞEKKÜR EDECEK VE ONU HEP SAYGIYLA ANACAKTI. HERKES ON-

Şimdi fark etmişti. O bir nöron ya da bir tanrı olacaktı. Kimse onu sadece var olduğu için sevmemişti, kimse de sevmeyecekti. Aslında bütün mesele buydu değil mi? Bunları

başlatmasının sebebi buydu. Hala nöronların rahatı için boş yere zorluk çeken, ölen hücreleri umursamıyordu. Hala iğrenç biriydi. Sadece istediğini almak istiyordu. İstediği şey ATP olmadığı için herkesin onu kutsamasını bekliyordu. Belki de biraz sevilmek istiyordu. Hepsi bitsin ve bu sesler sussun istedi. Ne yapacağını bilmiyordu.

-Efendim neden durakladınız bir sorun mu var? İyi misiniz?

-Evet, iyiyim sanırım. Size mutlu yıllar.

-Mutlu yıllar evlat.

‘Mutlu yıllar evlat’ geçen seneden beri duymamıştı. Her duyduğumda bu kadar acı bir gerçeği yüzüme vurmasına gerek yok diye düşündü. İsyandan vazgeçti.Geri dönüp

Adrenalin’i imha etti. Mücadele için hırslandırdığı insanlar korkaklığından dolayı onun yüzüne tükürürken kendi dahil herkesten nefret ediyordu. Virüs gitmiş, Gaia’da bir işi kalmamıştı. Tanrılar’ın yardımı bekliyordu ama buna pek de inanmıyordu.

Umutsuzdu.

Öldü.