
1. İnsan Evreni Hikaye Yarışması İlk 10 Ödülü
Yazar: Esma Tetik
İşte yine geliyorlar…
Aldığım duyumlara göre ağız açıklığından gezegene giriş yapmışlar bile çoktan. Okyanusa düşmeleri de an meselesi. Ah silyalar… Direnişin cesur öncüleri… Şimdi kesin var güçleriyle gezegene girişlerini engellemek için onlara karşı koymaya çalışıyorlardır. Fakat ne yazık ki çabaları onların girişini engellemek için yeterli değil. Okyanus akıntısındaki hareketlilik bizimkileri de telaşa sokmaya yetmişti. Bir yandan herkes görevini aksatmadan yerine getirmek için çabalarken bir yandan da az sonra uğrayacakları saldırı karşısında ne yapacaklarını düşünüyorlardı. Bir süre sessizce etraftakileri gözlemledim. Oksijen madenini alıp hazine sandıklarını dolduranlar, hızla yola koyuluyordu. Herkes içten içe yaşanacakları düşünüp tedirgin olsa da kimsenin bir şey yapmaya niyeti de isteği de yok gibi görünüyordu. Bu düzen yıllardır bu şekilde devam ediyordu. Koskoca gezegende her ülkeden üç beş kişi ile oluşturduğumuz direniş ekibimiz dışında hiç kimsenin kurtuluşa dair umudu kalmamıştı. Çok yazık… Aslında çok da kızamıyorum onlara. Hepsi gezegeni savunuşlarının bir noktadan sonra boşuna olduğunu düşünüyorlar. Haksız da sayılmazlar. Ne de olsa gezegenimizi böyle büyük bir tehlikeye atanlar, gezegenin yönetim merkezi olan Beyin Ülkesi’nden Frontal ailesinin öncüleri. Onlar yüzünden, onlar dışında herkes bu gezegen için her an savaşmak zorunda kalıyordu. Üstelik bu saldırılar tek seferlik de gerçekleşmiyor. Aynı düşman ordusu iki üç ayda bir gezegenimize saldırıyor. Bu düşmanların gezegene girişine bile isteye izin veren Frontal ailesini kimse affedemiyor. Bu yüzden de her an savaşmaktan, ülkelerini ve gezegenlerini korumak için kendilerini tehlikeye atmaktan korkmayan herkes; Beyin Ülkesi’ndeki sorumsuz yetkililer yüzünden çabalarının boşuna olduğunu biliyordu. Şimdi savaşıp direnseler bile birkaç ay sonra yeniden savaşmaları gerekiyor. Hatta bazı yıllar düşman ordusu o kadar sık saldırıyor ki hücreler, savaşmaktan takatsiz kalıyor. Düşmanların verdiği hasarları tamir etmek için yeterli vakit bile olmuyor.
Memleketim olan Akciğer Ülkesi, bu saldırılardan en çok zarar gören ülke. Bu yüzden savaşın en ateşli noktası da burası oluyor. Bunu devamında Kalp Ülkesi takip ediyor. Bizimkilerden sonra en çok çalışan ve yıpranan ülke. İlk taarruz Akciğer Ülkesi’ne, ikinci taarruz da Kalp Ülkesi’ne gerçekleşiyor. Tabi bu demek değil ki savaş, sadece bu iki ülkede yaşanıyor. Ne yazık ki gezegenin tamamında etkileri hissedilen büyük bir taarruz bu. Beni en çok üzen şey ise düşmanların diğer ülkelere ve gezegenin geri kalanına ulaşmak için biz denizcileri kullanıyor olmaları. Gemilerimize gelip bizleri etkisiz hale getirerek gemilerimizi diğer ülkelere ulaşmak için kullanıyorlar. Tahribatı en çok yaptıkları kişiler de biz oluyoruz. Biz, yani denizcilerin neredeyse çoğunluğunu oluşturan zümre, kırmızı kanatlı taşıma ekibi. Eritrositler… Namı diğer
alyuvarlarız. Gezegendeki görevimiz, tüm ülkelere oksijen madenini taşımak ve ülkelerden atılan karbondioksiti akciğere götürmek. İthalat ve ihracattan sorumluyuz. Görevimiz, basit gibi görünebilir fakat gezegenin tamamı için hayati değer taşıyan oldukça önemli bir görevdir. Oksijen madeni; hücrelerin, ülkelerin ve daha da ötesinde gezegenin hayatta kalması için en temel ihtiyaçtır. Bu sebeple biz eritrositler, görevimizi kutsal biliriz. Görevimize aksaklık getiren, elimizdeki oksijen madenlerimizi çalan bu düşmanlar canımızı çok sıkıyor. Yine de pes etmek yok. Direniş ekibinin liderlerinden olduğum için duygusallığa yer veremem. Eğer ben demoralize olup da umudumu yitirirsem, ekibin geri kalanının dağılması işten bile değil. Ben bu düşüncelerle boğuşurken, direniş ekibinin makrofajlarından bir haber geldi. Maalesef, her zaman olduğu gibi düşmanlar, silyaları felç ettikten sonra Trakea Denizi’ne geçerek denizin Akciğer Ülkesi’nin iki kara parçasının içlerine doğru yol alan nehirleri ile bronşiyol şehirlerine kadar ulaşmış. Bronşiyollerdeki savunma askerleri olan makrofajlar ise düşmanın gezegenimizde daha fazla ilerlemesine izin vermemek için onlarla olan bire bir çatışmalarında düşmana uzun bir müddet karşı koyduktan sonra düşmanın tahribatına yenik düşmüşler. Ve artık düşmanlar, bizim okyanusumuzda… İşte savaş, asıl şimdi başlıyor! Makrofajlara, ellerinden geleni yaptıklarını ve durumun artık bizim kontrolümüzde olduğunu, yenilgi psikolojisine girmemeleri gerektiğini söylediğim bir sinyal gönderdim.
Bulunduğum gemideki tüm askerler, oksijen madenlerinin bulunduğu hemoglobin hazine sandıklarına sıkı sıkıya sahip çıkıyordu. Herkesin gözü, okyanusun ufkunda belirecek hareketlilikteydi. Nefesler tutuldu. Kimsenin sesi soluğu çıkmıyordu. Akıntıda bizimki gibi yüzlerce gemi hazır olda bekliyordu. Yüzlercesi de düşmanlar gelmeden oksijenleri götürebilmek için akıntıya karşı hızlanmaya çalışıyordu.
İşte… Oradalar… 7000 kişilik koca bir ordu. Olanca barbarlıkları ile bize doğru geliyorlar. Düşmanlar ufukta belirince derhal direniş ekibinin geri kalanına bir sinyal gönderdim.
‘’Dostlarım! Unutmayın, ne olursa olsun, sonu nasıl biterse bitsin biz umudumuzu hiçbir zaman kaybedemeyiz. Savaşçı ruhunuzu diri tutun. Bazılarımız için kaçış mümkün olmasa da eminim herkes elinden gelenin en iyisini yapacaktır. Size güveniyorum. Hazinelerinize sahip çıkın! Düşmanlara karşı en büyük zafiyetimiz ne yazık ki oksijen madenlerimiz. Herkes dikkatli olsun!’’
Ekibe ilettiğim bu sözler içlerindeki korku ve dehşet ateşini biraz olsun serinletecektir. Mesajı alan herkes gemisindeki yoldaşlarına kendilerinde savaşmak için, daha doğrusu kaçabilmek için, güç bulmalarını sağlayacak coşturucu sözler söylemiştir. Bizim direniş ekibinin en büyük
vazifelerinden birisi de gezegendeki bu bitmek bilmeyen savaşta çırpınan herkese bu motivasyonu sağlamak.
Düşman, artık bir gemi uzağımızda…
Liderleri Nikotin birliği, geminin burnunda heybetle dikiliyor. Eğer bir müddet gözlerine bakmaya devam edersek, gözlerindeki vahşetin ateşi bizim esnek bedenlerimizi yanıp kavuracak gibi görünüyor. Nikotin, her ne kadar liderleri olsa da aslında başarı sağlamaları için ordunun geri kalanındaki gizli güçler olan birlikler olmadan çok da bir etkisi yok. İşte, Nikotin birliğinin gemisinin hemen arkasında gizli güçler birlikleri de göründü. Karbonmonoksit birliği… Aralarında en vahşi ve zararlı olan birliktir kendileri. Hemen yanlarında siyahi Katran birliği… Bu birliğin de asıl hedefi, Böbrek Ülkesi… Nikotin ve Katran birliği güçlerini birleştirerek Böbrek Ülkesi’nin işleyişini bozacak saldırıyı gerçekleştiriyorlar. Amonyak birliği, Metan birliği ve dahası… En arkalarda görünen Fenol birliği ise gezegene girişte savaşın başlamaması için direnen, direnişin öncüleri olan silyalarla çarpışan birliklerin liderleri… Silyaları mağlup etmelerinden dolayı yüzlerinde oluşan derin bir çukuru andıran gülüşleri ta buradan görünüyor. 7000 kişilik ordunun 70 kadar ana birliği bulunuyor. Bunlar savaşı yöneten ve en büyük tahribatı gerçekleştiren birlikler. Geri kalanlar ise bu ana birliklerin yardımcıları.
Ordunun tamamına gururla verdikleri bir isimleri bile var… ‘’SİGARA!’’
Ve işte gezegenimizin içten içe sonunu getirmeyi hedefleyen bu koskoca ordunun Frontal ailesini yalnızca Nikotin birliği ile kandırıyor olması bizi delirtiyor. Koca gezegen sigara ordusu ile savaşırken, Frontal ailesi iradesizliği sebebiyle Nikotin birliğine bağımlı hale geliyor. Neymiş; Nikotin birliği mutsuzluklarını ve dertlerini gideriyor, onları keyiflendiriyormuş. Gezegeni yöneten ülkenin yöneticilerinin bu kadar sorumsuz ve düşüncesiz davranmalarını aklım almıyor doğrusu. Oysa bu savaşı durdurması için Frontal ailesinin yapması gereken şey çok basit. Sadece karar verecek iradeye sahip olmak… Sigara ordusunu gezegene sokmamak, işte bu kadar basit.
Yaklaştıkça her bir düşman gemisi bir gemimizi hedef alarak saldırıya geçti. Şuan tüm gemilerimiz saldıra altında. Ve elimizden gelen tek şey vücudumuzu oluşturan hemoglobin isimli hazine sandıklarımıza sıkı sıkıya tutunup düşmanlardan olabildiğince kaçmak. Akıntıdaki hareketlilik sebebiyle gemimizi istediğimiz yöne doğru ilerletmekte sıkıntı yaşıyoruz. Kaptanımız yine de akıntıya rağmen var gücüyle dümeni, gitmemiz gereken yöne doğru çevirmek için uğraşıyor.
‘’Hayııır! Bırakın, dokunmayın!’’ çığlıklarının yükselmesiyle gemimizin de artık işgal altında olduğunu anlamıştım. Onlarca yoldaşım çoktan ellerindeki oksijenleri kaptırmıştı. Ne yazık ki hemoglobin hazinemizdeki demir madenleri oksijen madenlerini ellerinde tutabilmek için yeterince güçlü bağlanmıyorlardı. Bu sebeple düşman askerinin birkaç hamlesinde demir madenine bağladığımız oksijenlere kolayca erişebiliyorlar. Ben de onlar gibi olmamak için olabildiğince kaçıyorum. Koşuyorum koşuyorum… Sağımda bizden bir asker, oksijenlerini Karbonmonoksit birliğindeki düşmana kaptırmamak için direniyor. Fakat yapabildiği tek şey, esnek vücudumuzun bir getirisi olarak kolayca hareket edebilmek. Düşmanın müdahalesi ile hareketliliğini artırarak ondan kurtulmaya çalışsa da başarısız olduğunu acı verici inleyişinden anlamıştım. Var gücümle kaçmaya devam ediyordum. Birkaç kez düşman askerlerine denk geldim fakat genç olmamın verdiği çeviklik ile onlardan kaçmayı başardım. Gemide sığınacak küçük bir yer buldum ve biraz olsun soluklanmam gerektiğini hissettim. Şöyle bir etrafıma baktığımda ne yazık ki çevre gemilerdeki pek çok eritrositin, Karbonmonoksit birliğinden askerlerin esiri olduğunu görmüştüm. Bu, gördüğüm ilk savaş değildi. Evet, bunun farkındaydım. Fakat bu sahneyi her gördüğümde gözlerimden akan yaşlara engel olamıyordum…
Diğer ülkelerin direniş ekibinden üyeler, birbirlerinin peşi sıra sinyaller gönderiyordu. Eritrosit gemilerini fetheden birlikler, çoktan diğer ülkelere saldırmaya başlamış. Düşman ordusunun bu barbarca hızı ve asiliğine aklım ermiyor gerçekten. Böbrek Ülkesi’nden haber var…
‘’Nikotin birliğinden askerler, üst şehirlerimizdeki endokrin hücrelerimize baskı yaparak adrenalin ürettirdi. Adrenalin sonucunda olanları biliyorsunuz zaten. Kalp Ülkesi’nin çalışma hızı arttı ve kan okyanuslarımızın üzerindeki basınç arttı.’’
Çok geçmeden bu haberi doğrularcasına bir haber de Kalp Ülkesi’nden geldi.
‘’Bu savaşlara daha ne kadar dayanırız bilmiyorum. Fakat ülkemiz büyük bir krizin eşiğinde. Bunu söyleyebilirim. Bu kadar baskıya ve hızlı çalışma şartlarına daha fazla nasıl dayanacağız hiç bilmiyorum.’’
Memleketimin yani Akciğer Ülkesi’nin orta mahalleleri olan bronşiyollerden de haberler çok geçmeden ulaşmıştı.
‘’Mahallelerimiz, Nikotin birliğinden askerler tarafından daraltıldı ve kısıtlandı. Oksijen giriş çıkışını sağlamakta zorluk çekiyoruz. ‘’
Soluklanmak için durduğum şu kısacık anda birbiri ardınca gelen haberler, gezegenin kurtuluşuna dair olan umudumun üzerinde adeta tepişiyorlar. Şuan için elimden gelen tek şey elimdeki oksijenlere sahip çıkmaktı. Bu yüzden gemimizdeki hareketlilik yerini derin bir sessizliğe bırakana kadar burada saklandım. Yoldaşlarımın yaşadıklarını düşündükçe içimde çağlayan bir ırmak coşuyor. Fakat elimi kolumu bağlayan gerçeğe karşı koymam mümkün değil. Ah! Maalesef bu savaşta biz eritrositler, yalnızca kendi hazinelerimizi korumaktan başka bir şey yapamıyoruz.
Vahşetin kanlı sesleri arasında ne kadar bekledim bilmiyorum. Bir müddet sonra gemideki hareketlilik durulmuş olmalı ki yalnızca birkaç inleme sesi duyabiliyordum. Temkinli bir şekilde saklandığım yerden çıktım. İlerledim… Yerlerde hazine sandığımızın oksijen tutucuları olan demir madenlerinden izler var. Etkisiz hale getirilmiş yoldaşlarımın çaresiz kıvranışlarını görmek, acımı dağlıyor. Düşmanlar, her yeri yakıp yıkmıştı. Gemide kurtulmayı başaran tek kişi bendim. Bu yüzden soğukkanlı kalarak gemideki hasarı giderdim, yıkılmış yoldaşlarım için son vazifemi yaptım. Sonrasında diğer gemilerde kurtulmayı başarmış askerlerle toplanıp oksijenlerimizi götürmemiz gereken ülkelere götürdük.
Savaşın üzerinden haftalar geçmişti. Gezegende tahribat o kadar büyüktü ki hayatta kalan tüm hücreler, hiç durmadan tahribatı gidermek için çalışıyordu. Haftalardır eritrositlerin sayısı azaldığı için diğer ülkelere oksijen taşıma da sıkıntı yaşıyoruz. Şehit olan eritrositlerimizin haberini alan kemik okulu, ilik bölümünde yeni eritrositler yetiştirmeye başladı. Fakat bir eritrositin gelişimini tamamlaması yıllar sürüyor. Eritrosit açığımız kapanana kadar ülkelere ancak savaştan geriye sağlam kalan askerlerin taşıyabildiği kadar oksijen götürebilecektik. Bu da ülkelerin tamamını enerjisiz bırakarak sıkıntıyı sokmuştu.
Silyalar, felç olduğu için gezegene giren oksijen madeniyle birlikte gelen mikroplar için filtreleme işlemi yapılamıyordu. Silyaların yokluğunda Akciğer Ülkesi’ne rahatça giren mikroplar, bronşiyol şehirlerinde sigara ordusundan kalan askerlerin deforme ettiği makrofajların savunmasına da yakalanmadan gezegene girişlerini çok rahat gerçekleştirebiliyordu. Kalp Ülkesi’ndeki kan okyanuslarının üzerinde bulunduğu damar tünelleri daralmaya başlamıştı. Hatta bazı kısımlar o kadar daralmış ki bu şekilde birkaç savaş daha görse belki de tıkanıp Kalp Ülkesi’nde tüm gezegeni tehlikeye atacak büyük bir krize sebep olacaktı. Üstelik bu ülkedeki tek sorun bu da değildi. Trombositler, ülkeyi savunma moduna geçerek kan okyanuslarında birtakım işlemler gerçekleştiriyorlar. Bu işlemlere devam ederlerse kan okyanusunda bir tıkaç oluşturarak okyanusun akışını bozabilirler. Bu da yine gezegeni tehlikeye sokacak büyük bir hasara sebep olabilir.
Böbrek Ülkesi’nde de durum çok farklı değildi. Ülkede genel işleyiş aksaklığa uğramıştı. Savaşlar, bu şekilde bir müddet daha devam ederse iflaslarını açıklamaları an meselesiydi. Pankreas Ülkesi, Mesane Ülkesi de keza aynı durumda. Kan okyanusumuzdaki glikoz filtreleme işlemleri de sekteye uğradı. Gezegendeki işleyişin normal olması için okyanusumuzda her şey belirli ölçülerde bulunmak zorundadır. Fakat glikoz filtreleme işi aksadığında okyanustaki glikoz miktarı normalin üzerine çıkıyor. Bu da Kalp Ülkesi’nden tutun da ta Beyin Ülkesi’nin nöronlarına kadar zararı olabilecek bir tehlikeyi oluşturuyordu. Tüm bunların da ötesinde Akciğer Ülkesi’nde, sigara ordusundan kalan düşman askerlerinden bazıları ülkeye yerleşmiş. Bunun devamında eğer çoğalmaya başlarlarsa çok büyük bir felaket çağını başlatmış olacaklar. Sigara ordusunun verdiği zarar bizim gezegenimizle de sınırlı kalmıyordu. Ordunun bir kısmı uzayda yayılarak çevremizdeki eş gezegenleri de tehlikeye sokmuştu.
Gezegenin tamamına hâkim olan kasvetli ve umutsuz atmosferi dağıtmaya biz direniş ekibinin motivasyonu bile yetmiyordu artık. Herkes derin bir umutsuzluk çukurunun içine düşmüş, kurtulmak için çaba harcamak bile istemiyordu. İşte böyle bir anda gezegenin her köşesine büyük bir hızla yayılan bir haber vardı ki bir anda herkesi bayram coşkusuna sokmuştu.
‘’Sigara ordusunun gezegene girişine artık daha fazla izin vermeyeceğiz. Bunca zaman düşüncesiz ve sorumsuzca davrandığımız için herkesten özür diliyoruz.’’. Beyin Ülkesi’nin Frontal ailesinden gelen bu haber gezegendeki herkesin yitirdiği umudu geri kazandırmıştı. Bundan sonra her şey çok güzel olacaktı. Umudu kendilerine güç bilen herkes savaşlardan kalan tahribatı onarıp gezegenlerini eski güzel günlerine döndürmek için var gücüyle çalışmaya başlamıştı.
Her şey, aslında bu kadar kolaydı. Akciğer Ülkesi’nde savaşa tepki olarak gerçekleştirilen balgam ve öksürük ataklarının sıklaşması, Beyin Ülkesi’nden gezegenin geleceği düşünülerek verilen bu kararın oluşmasında etkili olmuştu. Bu dik duruş tüm ülkelerin ve gezegenin kurtuluşu için yeterliydi. Fakat unutulmaması gereken çok önemli bir şey var ki…
Bağımsızlığınızın iplerini düşman ordusunun eline verdiğinizde yitirdiğiniz şey, yalnızca bağımsızlığınız olmayacaktır! Bu sebeple yitirmeden, yok olmadan karar ver!